mirmirik / Bilişim Yönetimi / Yazılım ekibindeki kahraman kovboy…

Yazılım ekibindeki kahraman kovboy…

Posted on
Gölgesinden hızlı silah çeken kovboy
Gölgesinden hızlı silah çeken kovboy

Red Kit’i hepimiz biliriz. Lucky Luke diye geçer İngilizcede. Morris olarak tanınan Belçikalı çizer Maurice De Bevere tarafından 1940 sonlarında yaratılmış ve dünya çapında ün sağlamıştır. Zor durumda kalan insanları kurtarır, karşılaştığı olayları gölgesinden bile hızlı çektiği silahı ve en büyük yardımcısı ve dünyanın en zeki atı olan Düldül ve dünyanın en aptal köpeği olan Rin Tin Tin ile çözer; tam son anda uçurumdan yuvarlanmak üzere olan posta arabasının yolunu değiştirir, kasabanın başına çok uzun zamandır bela olan çeteyi tam da artık kasabayı yok edeceklerken dağıtır, varolabilecek tüm sorunlar onun başına gelir, her şeyi çözdükten sonra da yine yalnız başına, gün batımına ve yeni sorunlarına doğru yoluna devam eder, takım oyuncusu değil, tek tabancadır. (Düldül’ün asıl adı Jolly Jumper’dır çizgi romanlarda. Rin Tin Tin’in çizimlerdeki adı da Rantanplan’dır, Türkçe diline gerçekte ünlü bir sinema oyuncusu haline gelmiş olan, I. Dünya Savaşı sırasında kurtarılmış bir Alman kurt köpeğinin adı olan Rin Tin Tin ile geçmiştir [#donotshopadopt]).

Tanınan ve sevilen bir kovboy olan Red Kit anolojisini vermemin sebebi, uzun zamandır bir kaç farklı yazılım ekibinde karşılaştığım bir durumun, bir zamanlar “kovboy yazılımcı” olmanın ve sonrasında da bir yönetici olarak bu kovboylar ile neler yaşanabileceğinin tecrübelerini paylaşmak.

Kovboy yazılımcı derken ilginç şapkalar takmalarını, mahmuzlu çizmeler ile etrafta dolaşmalarını, mataralarını yalaktan doldurmalarını kastetmiyorum. Yalnız olmalarından, bir ekip ile çalışamamalarından, devamlı sorunlar ile uğraşmalarından, bunun tercihleri olmasından ve aslında nişan almadan silahlarını çekip kalçalarından ateş etmelerinden bahsediyorum.

Önce çuvaldız…

Üniversite dönemimde az deneyimli bir yazılımcı olarak başladığım ilk işimde “kovboy” haline gelmem 1.5 ya da 2 yılımı almıştı. Birlikte çalıştığım arkadaşlarım ya da o zamanki şirketin sahibi olan iş arkadaşlarım (hiç bir zaman patron diye görmediğim için bu tabiri kullanıyorum) hatırlayacaklardır. Belirli konulardaki tüm bilgiler sadece bendeydi, sadece benim istediklerimi yapmaya veya yaptırmaya çalışıyordum, önemli projelerdeki en “core” kodları ben yazmıştım, işin ilk aşamasından müşteri teslimine kadar olan süreçte dediğim dedik inatçı birisi olmuş ve tüm seslere kulağımı tıkamıştım. Tüm yazılım ekibindeki arkadaşların yazdıkları kodları mutlaka ben gözden geçirmeliydim ki, çocuğum olarak gördüğüm projeler “kirlenmemiş” olsundu. Ekip arkadaşlarımı yönlendirmek, onlara güvenmek ve işleri onlarla paylaşıp düzgün iş çıkarmak yerine, egomu tatmine yönlenmiştim.

20-22 yaşlarındayken bunlar çok güzel duygulardı. Kendini önemli görmek, vazgeçilmez hissetmek… Hepsi bir şekilde ego tatmini yaşatıyordu. Sonrasında olanlar ise kendi yarattığım kompleksin ve egoistliğin sonuçlarıydı sadece. Öncelikle varolan eski işlerin operasyonel yüklerini çekemez hale geldim. Bug-fix ya da CR’lar ile uğraşmaktan sabahlara kadar klavye başında kalıyor, ne kendimi teknik anlamda istediğim kadar geliştirebiliyor ne de istediğim gibi yazılım üretebiliyordum. Her yaptığım şey yeni bir bug ya da operasyonel yük üretiyor, ya da projeye zarar getirip müşteri memnuniyetsizliği yaratıyordu. Tüm bunlar tabi ki her şeyi etkiliyor, bir çığ yığını gibi büyüyen işler altında boğuluyor ve iş memnuniyetsizliğim üst noktaya çıkıyordu. İşten sıkılıyordum, bana kendi hayatımı yaşamam için gerekli zaman kalmıyordu, gelen isteklerin sonu yoktu, herkes her şeyi bana soruyordu, en ufak bir problem oluştuğunda bile ya sorumlu ya da o çıkan sorunu çok acil çözmesi gereken kişi olarak ben biliniyordum. Bir çok kod test edilmeden canlı ortama aktarılıyordu. Ekibe yeni giren tüm arkadaşların sorumluluğu da vardı. Onların eğitimi ile geçireceğim sürede tabi ki iki satır kod yazmak daha mantıklıydı o zamanlar… Zaten onlar bu çömezlikleri ile ne bilebilirdi ki?

Buraya kadarki senaryoda var olan kişi şu anda IT ekibinizde mi sizin de? Bir şekilde projenin her şeyini bilen ve vazgeçilmez gibi görünen o kovboy ile çalışmak zorunda mısınız? Üstü iseniz gitmek ile tehdit etmeye varan iyileşmeler göstermiyor ve şirketin şu anki durumu için bu durum kötü mü görünüyor? Ya da o kişinin astı iseniz sizi her durumda eziyor ve yaptıklarınızı bir türlü beğenmiyor, size güvenmiyor mu? Her iki durumun da çözümü tam olarak yazının devamında demek isterdim…

Gelelim iğneye…

Sevgili kovboylar: Eğer öğrenimlerinizi ve kazanımlarınızı aktarmaz, iş bölümü yapmaz, en doğrusunu ben bilirim tavrınızı değiştirmez, sizin güveninizi isteyen ekibinize sorumluluk vermez, takım oyuncusu olmak yerine tek tabanca ilerlemekte ısrar ederseniz; bir yazılım projesinin, ekibinin baş aktörü olmak ve projenin ya da şirketin kuruluşundan bu yana işin içinde ve hatta başında olmak hiç bir meziyet ya da övünülecek bir şey değil. Bundan 8-10 yıl sonrasında open source neden tüm dünyayı ele geçirmiş olacak sanıyorsunuz? Paylaşmak, bilgi aktarımı, yönlendirici rolü üstlenmek, takımdaki daha az teknik yeterlilikteki arkadaşlar ile güven ilişkisinin kuvvetlendirilmesi, ekip çalışması kavramları emin olun sadece üst düzey yöneticilerin “şirkete kurumsal kimlik kazandırmak” için uydurduğu şeyler değil.

Evet haklısınız, proje için şu anda çok değerlisiniz. Projenin detaylarındaki o küçük iş kurallarını sadece siz biliyorsunuz ve sipariş modülünde yapılması gereken o ufak bug-fix, depo ve sipariş toplama için bundan bir yıl önce eklenen kuralı öyle bir ihlal ediyor ki, bunun çok dikkatli uygulanması lazım. Bu konuda da tabi ki henüz sekiz aydır ekibinizde çalışan yazılımcının yazacağı koda güvenemezsiniz, sizin yapmanız lazım (hem de bu kadar çok iş arasında). Aslında neden güvenemeyeceğinizi de biliyorsunuz. Sisteme az da olsa hakim olacak kadar kendisine yol gösterilmedi şimdiye kadar. Yaptığı her yanlışta “sen çekil ben yapayım” dediniz. Her yanlışını onu ezerek yüzüne vurdunuz ve her yaptığı değişikliği size göstermesini, sizin onayınız olmadan asla bir işe girişmemesini söylediniz kendisine.

Sizi daha çok ekip yönetimine yönlendirmeye çalışan yöneticinize de üstünüzdeki işlerin yoğunluğunu, sabahlara kadar çalışmalarınızı, bu şirket/proje için yaptığınız fedakarlıkları, hastayken bile sırf iş yürüsün diye gelip çalıştığınızı ve hiç bir kötü yorumu haketmediğinizi anlattınız.

Önünüzde iki yol var. Biri zahmetli ve zaman alacak olan süreç olan “iş dağıtımını öğrenmek” ve ekip yöneticisi olarak kariyerinizde ilerlemeye devam etmek, diğeri de kolay olan şu anki durumun devamını sağlamak. Zaten çoktan ekip yöneticisi olarak adlandırılmış olabilirsiniz, ancak hala tüm operasyonun yükünü “hands-on” olarak siz çekiyor, üstlerinizden gelen işleri içten içe saçma ya da zaman darlığından dolayı yapılamaz kabul edip buna karşı sayısal veriler ile üstünüzü ikna edemiyorsanız ekip yöneticiliğiniz sadece kağıt üstündedir. Daha kendinizi yönetemezken ekibi yönetiyor olarak görülmeniz çok da mantıklı görülmez.

Daha somut adımlar ile kovboyluktan nasıl vazgeçebileceğiniz ile ilgili bir sonraki yazıda ahkam kesmeyi planlıyorum. Şimdi gidip Dalton kardeşler ile uğraşmam lazım… O yazı çıkana kadar, sevgili Morris’i anmak lazım:

One thought on “Yazılım ekibindeki kahraman kovboy…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Top